Öne Çıkan Yayın

kelime videoları

https://www.youtube.com/channel/UC91Wrsi_25Ts3280rX8CLDw                                               ...

28 Ağustos 2014 Perşembe

fransızca atasözleri ve türkçe okunuş - anlamları


Le temps, c'est de l'argent. ( Lö tan se dö larjan.)

Les bons comptes font les bons amis. ( Le bon cont fon le bonzami.)

Dogru hesaplar iyi arkadaşlar yaparlar.

Il n'y a pas de fumée sans feu. (ilnyapa dö füme sanfö.)

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

Une hirondelle ne fait pas le printemps. (Ün irondel nö fe pa lö prentan.)

Oeil pour oeil, dent pour dent. ( Öy pur öy dan pur dan.)

Göze göz, dişe diş .

La vérité sort de la bouche des enfants. (La verite sor dö la buş dezanfan.)

Dogru soz cocuklarin agzindan cikar.

Rira bien qui rira le dernier. (Rire biyen ki rire değniyeğ.)

Son gülen iyi güler.

La justice sans la force est impuissante; la force sans la justice est tyrannique. (Pascal)

"Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir."

Alim olan bildiğini söylemez, aptal olan ne söylediğini bilmez.
Le sage ne dit pas ce qu'il sait, le sot ne sait pas ce qu'il dit.

Herkes için ağlayan sonunda gözlerinden olur.
Qui pleure pour tout le monde finit par perdre ses yeux.

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
Celui qui dit la vérité doit avoir un pied à l'étrier.

Aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış.
Une poule affamée rêve qu'elle est dans le grenier à orge.

Akıl yaşta değil baştadır.
La raison ne vient pas avec l'âge, elle est dans la tête.

Bütün dünya bir araya gelse, insanın kendi kendine verdiği zararı veremezmiş.
Le monde entier, fût-il ligué contre toi, ne peut te faire le quart du mal que tu te fais à toi-même.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak.
En fuyant la pluie, on rencontre la grêle.

Ölü kuzu kurttan korkmazmış.
La brebis morte n'a plus peur du loup.

Hatasız dost arayan dostsuz kalır.
Qui cherche un ami sans défaut reste sans ami.

Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.
Qui s'est brûlé avec du lait souffle sur la crème glacée.

Söyleme sırrını dostuna, söyler dostuna.
Tu dis ton secret à ton ami, mais ton ami a un ami aussi.

La femme une maison, et l'homme sa porte.
(Proverbes algériens )
Kadin ev adam kapisidir.

La femme une porte, et l'homme sa clef.
(Proverbes algériens )
Kadin bir kapi adam anahtari.

La prière vient après le repas.

Dua yemekten sonra gelir.

N’oublie pas d'où tu viens.

Nereden geldigini unutma.

Toute chose a sa fin.

Her seyin sonu var.

Un peuple sans culture, c'est un homme sans parole.

Kultursuz bir millet, dilsiz bir adam gibi dir.





Aç ayı oynamaz
Ventre affamé n’a pas d’oreilles

Akılsız başın cezasını ayak şeker
Quand on a pas de tête il faut avoir des jambes

Altın anahtar her kapıyı açar
Clé d’or ouvre toutes les portes

Astarı yüzünden pahalı
L’envers est plus cher que la face

Ava giden avlanir
Qui va à la chasse perd sa place

Az yağmur çok rüzgâr dindirir
Petite pluie abat grand vent

Bilgili insan iki insan demektir
Un homme averti en vaut deux

Bir ağızdan çıkan bin dile yayılır
Ce qui sort d’une bouche se répand sur mille langues

Bir taşla iki kuş vurulmaz
On ne tue pas deux oiseaux avec une seule pierre

Budulaca söze cevap verilmez
A sotte question point de réponse

Bugün gülen yarın ağlar
Qui rit vendredi pleurera dimanche

Borcunu ödeyen kâr eder
Qui paie ses dettes s’enrichit

Bugünkü işini yarına bırakma
Ne laisse pas à demain ce que tu peux faire aujourd’hui

Boş çuval ayakta durmaz
Sac vide ne tient pas debout

Çivi civiyi söker
Un clou chasse l’autre

Çok koşan çabuk yorulur
Qui se hâte reste en chemin

Dayak cennetten çıkmadır
La trique est sortie du paradis

Demir tavında iken dövülür
Il faut battre le fer pendant qu’il est chaud

Denize düşen yılana sarılır
Un homme qui se noie s’accroche à tout

Duvarın kulağı var
Les murs ont des oreilles

El etek öpmekle ağız aşınmaz
A baiser mains et pans de robe, les lèvres ne s’usent pas

Evdeki hesap pazara uymaz
Le compte fait à la maison ne ressemble pas à celui du marché

Fazla mal göz çıkarmaz
Abondance de bien ne nuit pas

Geç olsun güç olmasın
Mieux vaut tard que jamais

Girmezden evvel çıkacağını düşün
Avant d’entrer pense à la sortie

Gönül kimi severse güzel odur
C’est celle que le cœur aime qui est jolie

Görünenden görünmez çoktur
On cache plus de choses qu’on en montre

Gözden uzak gönülden uzak
Loın des yeux loın du cœur

Güç olan ilk adımdır
C’est le premier pas qui coûte

Gülü seven dikenine katlanır
Il n’y a pas de rose sans épines

Haber yoksa iyiliğe alamettir
Pas de nouvelles, bonnes nouvelles

Hakikat, fikirlerin çarpışmasından çıkar
Du choc des idées jaillit la lumière

Havlayan köpek ısırmaz
Chien qui aboie ne mord pas

Haydan gelen huya gider
Ce qui vient de la flûte s’en va vers le tambour

Hem ziyaret, hem ticaret
Commerce et visite à la fois

Her kafadan bir ses
Autant de têtes, autant d’avis

Herkes evinde efendidir
Charbonnier est maître chez lui

Herkesin kendine göre zayıf bir tarafı var
Chacun a son coté faible

Herkesin zevki başka başka olur
Chacun prend son plaisir différemment

Her parlayan altın değildir
Tout ce qui brille n’est pas or

Her şey vaktinde olmalı
Chaque chose en son temps

Her şeyin sonuna bakmalı
En toute chose il faut considérer la fin

Her yol İstanbul’a gider
Tous les chemins mènent à Istanbul (Rome)

Hiç bir şey olmayan hiç bir şey kaybetmez
Qui n’a rien ne perd rien

İç dedilerse, çeşmeyi kurut demediler
Si l’on a dit : bois ! on n’a pas dit, mets à sec la source

İki cambaz bir ipte oynamaz
Deux baladins ne dansent pas sur la même corde

İnsan her şeye alışır
On se fait à tout

İnsan ne ekerse onu biçer
On récolte ce que l’on a semé

İyı dost kara günde belli olur
Au besoin, l’on connaît le véritable ami

Kadının dileği tanrının emri
Ce que femme veut, dieu le veut

Kapalı ağıza sinek kaçmaz
A bouche close n’entre point de mouche

Kedi olmayan yerde fareler ciril oynar
Quand les chats manquent, les souris dansent

Kimine zararlı olan şey kimine faydalı olur
Ce qui nuit à l’un sert à l’autre

Kirli çamaşırları aile arasında yıkamalı
Il faut laver son linge sale en famille

Korku insana kanat verir
La peur donne des ailes

Körlerin memlektinde tek gözlüler kraldır
Au pays des aveugles les borgnes sont rois

Kurt anılınca kuyruğu duyulur
Quand on parle du loup, on voit sa queue

Kurt kurdu yemez
Les loups ne se mangent pas entre eux

Lokma çiynenmeyince yutulmaz
La bouchée ne peut s’avaler tant qu’elle n’a pas été machée

Para parayı çeker
Un sou amène l’autre

Rüzgâr esmeyince yaprak kımıldamaz
Tant que le vent n’a pas soufflé la feuille ne bouge pas

Rüzgâra tüküren yüzüne tükürür
Qui crache au vent se salit la figure

Sabreden derviş muradına ereşir
Tout vient à point à qui sait attendre

Sen çekil ben oturayım
Ote-toi de là que je m’y mette

Son gülen çok güler
Rira bien qui rira le dernier

 

L'argent ne fait pas le bonheur.

(parayla saadet olmaz)

 

Keskin sirke kübüne zarar.
Le vinaigre trop acide ronge le vase qui le contient.

İt ürür kervan yürür.
Le chien aboie le caravane passe

 

Allonge tes pieds en proportion de ton tapis.

Ayağını yorganına göre uzat.


Tout ce qui brille n'est pas or.

Parlayan hersey altin degildir.

 

être fort comme un Turc- bir Turk gibi guclu olmak

 

 

 

bilgisayarlardan ve diğer dijital ortamlardan kalıcı olarak dosya silinememesinin nedenleri


Harddiskte veya başka bir depolama aygıtında yıllar önce bile silinmiş bir bilgi, kullanılabilir bir şekilde yeniden geri getirilebilir. Burada bu işlemin mantığı hakkında bilgi vereceğiz.

 

Farzedelimki   kum.docx   adlı Word dosyasını oluşturup bilgisayarımıza kopyaladık. Bu işlemin üç aşaması vardır.

 

ü FAT’e (File Allocation Table)  kum.docx adlı dosyanın bilgi alanına kopyalandığına dair bir giriş yapılır. Bütün diğer dosyalar gibi kum.docx dosyasıda hardisk üzerinde cluster  (küme) denen yerlere kaydedilir. FAT dosya sistemi PC lerde kullanılan bütün işletim sistemleri tarafından tanınır.

ü Kum.docx dosyasının ismini , boyutunu , FAT’e irtibatını ve başka bilgileri gösteren bir folder girişi yapılır.

ü Kum.docx  harddiskteki  küme (cluster) üzerine kopyalanır. Tabiki dosyanın büyüklüğüne bağlı olarak birden fazla küme (cluster) olabilir.

 

 

Fakat kum.docx dosyasını sildiğinizde sadece iki  şey olur.

ü FAT girişi sıfırlanır. Uzman ifadesiyle “kum.docx dosyasının kayıtlı bulunduğu kümenin (cluster) sayısal olarak boş ve kayıt yapılmaya müsait olduğu belirtilir.”

ü Folder girdisinin ilk karakteri, işletim sisteminin dosyayı ihmal etmesi gerektiğini bileceği özel bir karaktere dönüşür. Aslında işletim sistemi sadece dosya orada yokmuş gibi davranır.

Diğer bir çok silinmiş dosya gibi kum.docx  eksiksiz bir şekilde orada durur çünkü onun üzerinde hiçbir işlem yapılmadı. Kum.docx dosyasını tamamen ve geri getirilemeyecek bir şekilde silmek için iki şeyin olması gerekir.

 

ü İşletim sistemi aynı kümeye başka bir dosyayı mesela su.docx isimli dosyayı kopyalamalıdır.

ü Su.docx ‘in boyutu en azından kum.docx kadar olmalıdır.

Bir bilgisayar sistemi asla gerçek olarak dosyaları silmez

 

Örnek olarak kum.docx dosyası bir kümenin  tamamını dolduracak büyüklükteyse ve su.docx   bundan biraz daha az yer kaplıyorsa, kum.docx dosyasının kalan kısımları geri getirilebilir. Geri getirilebilecek kısımlar kum.docx dosyasının su.docx dosyası tarafından üzerine yazıldığında  arta kalan kısımlar olacaktır.

 

İşletim sistemlerinde iki şeyi aklınızdan çıkarmamanız gerekir.

ü Siz işletim sisteminin dosyayı nereye kaydedeceğini kontrol edemezsiniz.

ü Harddisk kapasitesi büyüdükçe silinmiş bir dosya üzerine yeni bir dosyanın yazılma ihtimali düşecektir.

Sildikleri  word dosyalarının geri getirilmesini istemeyenlerin başvurduğu ilk hilelerden biri, aynı isimde bir başka dosyayı yazıp kaydetmektir. Ama unutulmamalıki dosya boyutu önceki kadar büyük olmadığında silinen dosyanın geri getirilmesi mümkün olacaktır.

 

Translated from:

 Computer Forensics for Dummies.     

 Linda Volonino –Reynaldo Anzaldua

Orijinal metin:

A hard drive is a big place, and data or other digital content from prior years

may be retrievable in pristine condition even if someone has deleted it. In

this section, we discuss how a computer operating system (OS) helps a file —

and your investigation — survive.

Imagine that you compose a Word document and save it on your laptop
 
with the filename Sand.doc. The process of saving a file on your hard disk



involves three basic events:
 
An entry is made into the File Allocation Table (FAT) to indicate the

space where Sand.doc is stored in the Data Region. Like all files,

Sand.doc is assigned (allocated) space on the hard drive. Those spaces

are clusters. The FAT file system is supported by virtually all existing



operating systems for personal computers.
 
A directory entry is made to indicate Sand.doc as the filename, its size,



link to the FAT, and some other information.
 
Sand.doc is written to the data region. That is, it’s saved to a cluster on



the hard drive. (Of course, files may occupy more than one cluster, but

we’re keeping it simple.)
 
But when you decide to delete Sand.doc, only two events happen:

The FAT entry for the file is zeroed out. That’s geek-speak for “the cluster

that’s storing Sand.doc is declared digitally vacant and available to store



another file.”
 
The first character of the directory entry filename is changed to a special



character so that the operating system knows to ignore it. In effect, it’s

only pretending that the file isn’t there.
 
Like many deleted files, Sand.doc remains intact because nothing has been

done to it. For Sand.doc to be totally overwritten and (almost) unrecoverable



requires two events:
The operating system must save another file (such as Water.doc) in



the exact same cluster.
 
Water.doc must be at least as large as Sand.doc.



A computer system never truly deletes files.
 
If, for example, Sand.doc filled an entire cluster and Water.doc file

data took up less space, remnants of Sand.doc remain and are recoverable.

The unused portion of the cluster is the slack space. More precisely,



it’s the portion of the cluster not used by the new file. Figure 1-1 shows

how the Sand file wasn’t dissolved (so to speak) by the Water file. Slack

space cannot be seen without the specialized tools you find out about in

Chapter 6.
 
When it comes to operating systems, remember these two concepts:
 
You have no control over where the operating system saves files.

The bigger the hard drive, the lower the probability that an existing



deleted file will be overwritten.

Semisavvy criminals may try to outsmart the operating system by deleting

the text, replacing it with non-incriminating content, and saving it with the

same filename. But if they forget to account for the file size issue and

compose a shorter file, remnants of the original file remain for recovery.
 
 

26 Ağustos 2014 Salı

bekir sıtkı erdoğan - vefat etti -

Bekir Sıtkı Erdoğan ( 1926) 



Bekir Sıtkı Erdoğan (1926, Karaman - 24 Ağustos 2014, İstanbul), Türk şair.
Kuleli Askeri Lisesi ve 1948’de Kara Harp Okulunu bitirdi. Kıta subaylığı yaptı. Bu arada Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nden de mezun oldu. Heybeliada Deniz Lisesinde İstanbul Alman Lisesinde ve Marmara Koleji'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Şiirlerinden bazıları bestelendi. Rubai türündeki şiirleri Hisar Dergisi’nde yayımlandı.



 


Bekir Sıtkı Erdoğan vefat etti




Hancı" ve "Kışlada Bahar" isimli şiirleriyle tanınan Şair Bekir Sıtkı Erdoğan, 88 yaşında vefat etti.



Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli isimlerinden Erdoğan, tedavi gördüğü GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesinde hayatını kaybetti.

Erdoğan'ın naaşı, yarın ikindi namazının ardından Üsküdar Büyük Selimiye Camisi'nde kılınacak cenaze namazı sonrası memleketi Karaman'a götürülecek.

24 Ağustos 2014




şair



1926 yılında Karaman'da doğdu. Kuleli Askerî Lisesi ve Kara Harp Okulu mezunu. Kıta subaylığı yaptı. Bu arada Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ni bitirdi. Heybeliada Deniz Lisesi, İstanbul Alman Lisesi ve Marmara Koleji'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Aruz, hece ve serbest vezinle şiirler yazdı. Şiirlerinden bazıları bestelendi. Rubai türündeki şiirleri Hisar dergisinde yayınlandı.




Meşhur şarkı sözleri:

Kara gözlüm efkarlanma gül gayri (1963)
Hancı (1977, Müzik: Rolland Gaston; Aranjman: Paul Mauriat - Toccata)




Ödülleri:

1973'te Cumhuriyet'in 50. Yılı Şiir Yarışmasını Ellinci Yıl Marşı ile kazandı. Marşı, Necil Kazım Akses besteledi.


ESERLERİ:Şiir kitapları Bir Yağmur Başladı (1949-1957) Dostlar Başına (1965) Kışlada Bahar (1970) Binbirinci Gece

Şarkı Türünde



BİNBİRİNCİ GECE

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm!
Beyaz perdeleri, ger yavaş yavaş.
Sıla burcu burcu... ille ocağım!..
Çoluk çocuk hasretinde kucağım...
Sana her şeyimi anlatacağım,
Otur baş ucuma, sor yavaş yavaş.

Güç bela bir bilet aldım gişeden;
Yolculuk başladı Haydarpaşa'dan!
Hancı n'olur, elindeki şişeden,
Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş!

Ben o gece, hem ağladım, hem içtim,
İki gün, diyardan diyara uçtum...
Kayseri yolundan, Niğde'yi geçtim;
Uzaktan göründü, Bor yavaş yavaş...

Garibim; her taraf bana yabancı,
Dertliyim; çekinme, doldur be hancı!
İlk önce kımıldar hafif bir sancı;
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş...

Bende bir resmi var, yarısı yırtık,
On yıldır evimin kapısı örtük!
Garip, bir de sarhoş oldu mu artık;
Bütün sırlarını der yavaş yavaş...

İşte hancı! ben, her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim...
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim,
Şu bizim hesabı, gör yavaş yavaş...



Acı Salkım



Vakit yaklaşıyor toparlan ahbap 

 Yarın bir gün bu meydanda talan var 

 Nasıl olsa görülecek şu hesap, 

 Sanma bu dünyada baki kalan var!

Nic'oldu ticaret,hani karımız? 

 Yağmaya gidiyor bütün varımız 

 Görmesek,şahittir kulaklarımız 

 Duymasak da kapımızı çalan var 


 Haramdan bir eksik tartıp helalı

Dengeye getirdik zehirle balı

Has diye yutturduk en sahte malı

Sanki kendimizden başka alan var. 


 Ne haklı iş tuttuk ne doğru sanat 

 Ayağa baş dedik,kuyruğa kanat 

 Komaz yakamızı şol meşhur inat 

 Ağızda gem,arkamızda palan var. 


 Bir kuru mantıkla kalmışız yayan 

 Menzile varır mı yerinde sayan 

 Bu dünyada ab-ı hayat tatmayan 

 Beklesin,ahrette kevser falan var.

Bekir Sıtkı'm kalem banıp özüne 

 Uykuları haram ettin gözüne... 

 Oysa kim aldanır şair sözüne 

 Sende dokuz köyden dönmüş yalan var!...

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Kur'an'ın Tercümesi Mümkün müdür?

Kur'an'ı; bir tefsir, bir te'vîl veya geniş bir mealle herkese duyurma, bu işin uzmanları için bir vazife; ona karşı kadirşinas ve saygılı olmanın da gereğidir. Ancak, sağlam bir dil bilgisine, belağat kurallarına; tefsir, hadis ve fıkıh usulü.. gibi ilim dallarına vakıf olmadan böyle bir şeye teşebbüsün de haddini bilmezlik olduğu açıktır. O, bir romanı tercüme ediyor gibi tercüme edilemez; kaldı ki öyle basit bir konuda bile uzmanlık aranır.
Şimdi iyi bir meale doğru iz sürerken, "tercüme"neye derler, "tefsir"ne demektir, "te'vîl"ne manaya gelir, kısaca bunlara bir göz atalım:
Tercüme; herhangi bir metni veya sözü, hususiyetlerini koruyarak bir dilden başka bir dile çevirmeye denir. Çeviri bazen, hiçbir kelimenin manası atlanmadan kelime dizileri, terkipler ve terkipler arası gözetilmiş hususiyetler aynıyla diğer dile aktarma -aktarılabiliyorsa- şeklinde olur ki, buna "tam tercüme"denmesine karşılık; bazen de ya sadece kelimelerin çevirisi yapılır veya münhasıran muhteva aksettirilir ki, bu da eksik bir çeviridir.
Günümüzde belli ölçüde de olsa otomatik tercüme sisteminin geliştiği de söylenebilir; ama bu mevcut teknolojiyle, hatta daha seviyelisiyle dahi, engin muhtevalı ve edebi derinlikleri olan eserleri bir dilden diğerine, hem de muhtevadaki bütün hususiyetleri ortaya koyarak tercüme etmek çok zordur.. hele bu, Allah kelamı ve açılımı da büyük ölçüde zamana, ilhama ve şartlara emanetse... Bizim gibi sıradan insanların bile biraz düzgünce kaleme alınmış eserlerinin tam tercüme edilemeyeceği söz konusu olabiliyorsa, Kur'ân-ı Kerim gibi harika ve fevkalâde derinlikleri bulunan muhteşem bir beyan abidesinin bir manada "atmasyon"da diyebileceğimiz tercüme ile seslendirilmesi mümkün olmasa gerek.
İslâm ulemasının pek çoğu -bunların içinde Bediüzzaman gibi kimseler de vardır- yukarıdaki hususlar muvacehesinde Kur'ân-ı Kerim'in tercüme edilemeyeceği kanaatindedirler. Bazıları da konuya yukarıda işaret edilen esaslara riayet çerçevesinde ihtiyatlı fakat biraz daha yumuşak yaklaşırlar.
Merhum allame Hamdi Yazır'a göre, aslın manasına uygun olması için, sarahatte-delalette, icmalde-tafsilde, umumda-hususta, ıtlakta-takyitte, kuvvette-isabette, hüsn-ü edada-üslub u beyanda tercüme orjinal metne müsavi ve denk olmalıdır. Aksine bu çerçevede gerçekleştirilemeyen bir çeviri tam bir tercüme değil eksik bir aktarmadır. Bu itibarla da, edibane bir üslupla ifade edilmiş herhangi bir nesir veya nazmı, o ölçüde gelişmiş bir dile -her iki dilin de inceliklerinin bilinmesi şartıyla- çeviri mümkün olsa da, hem akla, hem kalbe, hem ruha, hem de bütün hissiyata birden hitap eden ve iç içe bedii incelikleri haiz bulunan, olabildiğine canlı ve her zaman revnaktar bir eserin tam tercümesinin kabil olduğunu söylemek çok zor olsa gerek. Hele bu eser Allah'a ait, zaman ve mekan üstü derinlikleri bulunan ve bütün çağlara birden seslenen aşkın bir beyan abidesi ise.. evet Kur'ân, Üstad Bediüzzaman'ın ifadesiyle, varlık kitabının ilahi bir tercümesi; tekvini emirlerin sesi-soluğu; eşya ve hadiseler çerçevesinde farklı dillerin Hak söyleyen tercümanı; dünya ve ukbanın apaçık dilli müfessiri; göklerde ve yerde gizli ilahi isimler hazinesinin keşşafı; her şeyin arka planındaki esrarın sırlı anahtarı; öteler ve öteler ötesinin bu âlemde mütecelli fasih lisanı; o pırıl pırıl haliyle İslamiyet âlem-i manevisinin güneşi, temeli, hendesesi; ahiret âlemlerinin her şeyi gayet açık çizgileriyle ortaya koyan mukaddes haritası; Cenab-ı Hakk'ın zât, sıfât, esmâ ve bütün muallâ şe'nlerinin sesi-sözü ve en vâzıh tefsiri, en kat'i beyanı; topyekün insanlık âleminin yanıltmayan biricik mürebbisi; varolduğu günden beri İslâm âleminin havası, suyu, ziyası ve bütün âlemlerin Rabbi, Halıkı bir Zat-ı Ecell ü A'lâ'nın kelamı, fermanı, hitabıdır ki, nazmı ve manası itibariyle de pek çok derinlikleri bulunan böyle bir kitabın tercüme yoluyla başka bir dile aktarılması mümkün olmasa gerek...
Böyle bir yaklaşım, Kur'ân'ı Kerim asla anlaşılmaz şeklinde de yorumlanmamalıdır; zira her şeyden evvel o, anlaşılmak ve yaşanmak için insanlığa gönderilmiş bir kitaptır. Ancak onda öyle derin ve çok manalı elfaz, öyle çok katmanlı bir muhteva vardır ki, teker teker kelimeler anlaşılsa ve terkiplerden bir şeyler hissedilse de, kat'iyen tercümeye sığıştırılamayan pek çok ibare edalı, işaret eksenli, iktiza televvünlü ve delâlet derinlikli hakikatlerin açıkta kaldığı müşahede edilecektir.
Aslında fakir, Kur'ân'ı insafla nazar-ı itibara alabilen her insaf ehlinin bu hususları görüp duyabileceği, duyup ürpereceği ve onun basit bir tercümeye emanet edilemeyecek kadar aziz ve aşkın olduğunu itiraf edeceği kanaatindeyim. Bu itibarla da denebilir ki, tercüme dediğimiz şey, mütercimin bilgisi, marifeti, idrak ufku ve istidadı ölçüsünde bazı şeyler ifade etse de, kat'iyen Kur'ân'ı bütün derinlikleriyle aksettiremez; dolayısıyla da hiç bir meal, hiç bir te'vil ve hiçbir tefsire Kur'ân denemez...
Biz hepimiz ona muhtacız ve farklı seviyelerde de olsa onu anlama mecburiyetindeyiz. Eğer onun özüne nüfuz etmek ve "mahiyet-ü nefsi'l-emriyesi"ne göre anlamak, sonra da başkalarına anlatmak istiyorsak mutlaka onu tefsir usulüne göre ilim ve hikmet erbabının hazırlayıp istifademize sunduğu/sunacağı geniş bir tefsirde takip etmeliyiz; etmeli ve kainatlar genişliğindeki bir muhtevayı kendi bilgi, marifet ve idrak darlığımızla daraltmamalıyız.
Kur'an'ın Tefsiri
Tefsir, bir metin ve sözün muhtevasını tam aksettirebilme gayretiyle ortaya konan yorum; Kur'ân-ı Kerim'e bakan yönüyle dilbilgisi, belağat kuralları, Şâriin tavzihi, saff-ı evveli teşkil edenlerin anlayışları ve bunların yanında akıl nuru ve kalb ziyası da ihmal edilmeden ilahi beyanın yorumlanması demektir ki, şimdiye kadar yapılan tefsirlerin pek çoğunda bu esaslara riayet edildiği söylenebilir. Ne var ki, yukarıdaki hususlardan bazılarının öne çıkmasıyla da tefsir farklı unvanlarla anılır: Efendimiz'in söz, beyan ve değişik anlatım yollarıyla ortaya koyduğu yorum ve tavzihlerin yanında, o gün konuşulan dili iyi ve doğru anlayan Sahabe-i kiram efendilerimizin mütalaa ve mülahazalarına dayanan tefsire "rivayet tefsiri"; bu hususların dışında, dil, edebiyat ve daha farklı ilim dallarından da doğrudan doğruya veya dolaylı yollarla istifade edilerek ortaya konan yorumlara da "dirayet tefsiri"denir.
Başlangıçta Kur'ân-ı Kerim yine Kur'ânla, ikinci derecede de sünnetle tefsir ediliyordu. Onun yorumlanmasında Efendimiz'in her konuyla alâkalı açıklamaları her zaman müracaat edilecek en güvenilir kaynaklardı ve Ashab-ı kiram efendilerimiz de bu "menhelü'l-azbi'l-mevrud"u çok iyi değerlendiriyorlardı. Aslında onlar büyük çoğunluğu itibariyle kendi dillerinin inceliklerini iyi biliyorlardı ve takıldıkları çok fazla şey de olmuyordu. Açıklanmasına gerek duyulan şeylerin çoğu da ya vahy-i metluvla beraber Sahib-i şeriat tarafından ifade buyuruluyor veya onların sorularına cevap sadedinde yine ondan şeref sudur oluyordu.
Zamanla, bu mevzuda varid olan bütün beyanlar, tavzihler, tefsirler biraraya getirilerek geniş geniş müdevvenler oluşturuldu ki, böyle bir gayretin esası ta bazı Sahabe efendilerimize gidip dayanmaktadır. Tabiun döneminde bu tür faaliyetler daha da genişleyerek sürdürüldü ve sonraki asırlara oldukça ciddi bir miras intikal etti. Miladi onuncu asırdan sonra Muhammed ibn-i Cerir et-Taberi gibi muhakkikin tarafından bu miras çok iyi değerlendirildi ve koca koca müdevvenler meydana getirildi. İşte, Efendimiz'den (sallallahü aleyhi ve sellem) rivayet edilenlerin yanında, sahabe ve tabiundan hatta tebe-i tabiinden nakledilen hadis ve eserlerin mecmuundan meydana gelmiş bu tür külliyat daha sonrakiler için hep sağlam bir kaynak teşkil etmiştir.

22 Ağustos 2014 Cuma

Tercüme, Telif ve Yazar

Tercüme, Telif ve Yazar

Tercüme veya telif edilmiş bir metin, ilk plânda yazar ile okur arasında bir işaretler yığınıdır. Bu işaretler, semboller yığınının, okuyucu üzerinde beklenen etkiyi yapabilmesi için, yazar ile okur arasında sağlıklı bir iletişimin kurulması şarttır. Bu tür bir iletişim için gerekli bazı hususları, “tercüme” ve “telif”başlıkları altında inceleyelim:

TERCÜME
Tercüme, bir sözün mânâsını, mümkün olabildiğince yakın bir şekilde, başka bir dilde ifade etmektir. Mânâ aktarılırken tam benzerlik gerçekleştirilemez. Zira insanlar farklı milliyet, farklı kültür, farklı hayat felsefelerine sahiptirler. Bu farklılıklar insanların, eşya ve hâdiselere değişik yorumlar getirmelerine sebep olmaktadır. İsimler ve onların zihinde uyandırdığı mânâ siluvetleri diyebileceğimiz mefhumlar, her kültürde ayrı bir hususiyet taşımaktadır. Çünkü işgüzar neolojistlerin (yani kelimeler türetenlerin) saman alevi gibi kelimeleri hâriç, bilhassa zengin bir kültür birikimi olan milletlerin kullandığı kelimelerin arkasında, muazzam bir tarih yatar. Hemen hemen her bir kelime,tarihî seyri içerisinde farklı mânâlar kazanır, nüanslarla incelir. Bu farklılıkların, bu inceliklerin birbirine en çok benzeyen kültürlerde bile değişik hayat görüşü bulunduğu göz önünde tutulursa, başka bir dile aktarılıp aynı tesirleri gerçekleştirmesi beklenemez.

Tercümedeki bu sınırlılığa dikkat çektikten sonra, tercüme metotlarına geçebiliriz. Genelde iki çeşit tercümeden bahsedilir: Harfî ve Mefhumî Tercüme.

a)Harfî
Tercüme; Bu tür tercümede, bir dildeki tabirler, başka bir dildeki en yakın karşılıklarına,olabildiği ölçüde, kelimesi kelimesine aktarılır.

b)Mefhumî
Tercüme: Bu metod, mânânın aktarılması üzerinde durur. Bu yüzden de,harfî tercümedeki, kelimelere olabildiğince bire-bir karşılık bulma gibi katı kurallar taşımaz. Orjinal metindeki mânâlardan çok farklı yapılan yorumların parantez içinde verilmesi şartıyla, bu metodun taşıdığı esneklik, tercümenin gayesi olan “okuyucuda benzer tesir uyandırma hâdisesini” bir derece gerçekleştirebilir.

Tercüme metotlarından sonra, göz önünde tutulması gereken noktaların bir kısmını şöylece sıralayabiliriz:

1-Yabancı bir dilden dilimize geçmiş, ancak kültürümüz içinde yoğurduğu-muz için farklı mânâlar kazanmış kelimelere dikkat edilmesi gerekir.

2-Yabancı bir dildeki atasözü, deyim, terim, vecize gibi daha çok mecazi olarak kullanılan tabirler tercüme edilirken,dilimizdeki karşılıkları kelimesi kelimesine verilmemeli ( o dilden aynen alınanlar hariç:the lion’s share-aslan payı; ivory tover fil dişi kule, gibi) varsa kültürümüzdeki geçerli karşılıkları kullanılması, yoksa tarifleri yapılmalıdır.

3-Tercüme edilen kelimenin birden fazla mânâsı varsa,bunlardan bir tanesi kontekst(bağlam)göz önünde bulundurularak seçilmelidir.

4-Tercümede mânânın aktarılması, tek tek kelimelerin aktarılmasından daha önemlidir.
5- Doğru tercüme, cümlelerin mânâlarını ve yazarın niyetini çevreleyen bütün bir konteksti, üslûba dikkat ederek aktarmayı gerektirir. Kelime ve mânâlar,belki bir derece tercüme edilebilir, ancak üslûbun da aktarılabilmesi, garip tabirlerin bulunmaması, kısacası tercümenin tercüme olduğunun hissedilmemesi için, konuya hâkim olmak, her iki kültürün o sahayla ilgili inceliklerini bilmek kaçınılmazdır.

6- Tercümeyi, gözden kaçırılan noktalan yakalamak için, belirli bir süre geçtikten sonra tekrar ele almak ve mümkünse o sahada ihtisas sahibi bir mütercimden yazıyı kontrol etmesini istemek de ihmal edilmemelidir.

TELİF
Telif, genellikle, tercümeye göre daha fazla gayret gerektirir. Zira tercüme edilen metnin yazarının kafa yorduğu işler (kelime dizilişi, insicam (tutarlık), misâller verme vs.) artık sizin vazifenizdir.

Bir telifte, ilk önce mevzu tesbit edilmelidir. Ne hakkında yazacağına karar veremeyen, bir neticeye ulaşamaz. Ayrıca mevzu dışında birçok soru sorulabileceği halde, mevzu dahilinde akla gelebilecek hemen hemen bütün soruları cevaplandırmak, başka bir ifadeyle yazıyı tesirli kılmak için, mevzunun sınırlandırılması kaçınılmazdır. Bu yüzden mevzûyu tesbit eden başlıklar uzun olur.

Mevzunun seçiminden sonra sıra “kaziye cümlesine” gelir. Bu cümle, verilmek istenen fikir, ispatlan-mak istenen düşünce, varılmak istenen neticedir. Yazıya başlamadan Önce, çoğunlukla başlık olarak kullanılan mevzûyu ve genellikle eserin en can alıcı noktasına yerleştirilen“kaziye cümlesini”yazmak;yani paragraflardaki fikirlerin alt başlıklar halinde kısaca gösterilmesini de ihtiva eden bir plân hazırlamak, yazarın insicamlı bir muhakemeyle fikirlerini kâğıda dökmesi, okurunun damesajı daha rahat idrak etmesi için elzemdir.

Telif (veya tercüme) edilmiş bir metin ile okuyucu ve yazar üçlüsü arasında şöyle bir ilişki vardır:

Yazar—ifade—metin —idrak—okuyucu
Bu ilişki şu şekilde açıklanabilir: Yazarın ifadesi, kullandığı dilin gramer kuralları ve semantiğinin (mânâ ilminin) elverdiği ölçüde ortaya çıkan nüans ihtimallerinin sınırına kadar bir mânâ taşır. Tabii bu da, yazarın bilgi birikimi ve tecrübelerine dayalıdır, öte yandan, okuyucunun metni idrakinin sınırı ise, bu nüans ihtimallerini, kontekst dahilinde yorumlayabilmesine göre değişir.

Bir yazar, okuyucusunu ne kadar iyi tanışa, yazı o kadar tesirli olur. Bunun için şu soruların cevap-landırılması ihmal edilmemelidir:

1)Okuyucunun öğrenim,meslek, kariyer durumu nedir?
2) Mevzu hakkında bilgi seviyesi hangi ölçüdedir?
3)Mevzu ne kadar ilgisini çekecektir?

4)Yazıyı okumak için ne kadar zaman ayırabilir?
5)Ne gibi inanç, peşin hüküm, beklentileri vardır?

Normal bir okurun, latin harfleriyle yazılmış bir eserden beklentileri bir başka deyişle, ilk plânda gör-meyi ümit ettiği şeyler şunlardır:

Soldan sağa doğru yazılan, aralarında boşluk bulunan, gramer ve imlâ kurallarına uyan, bir mantık sil-silesi dâhilinde sıralanmış kelimeler ve bu kelimelerden oluşmuş cümleler, paragraflar.

Okurun bu beklentilerine ket vuran her hata, okumayı aksatacak, dolayısıyla okurun idraki nispeten azalacaktır.

Mevzûyu ele alış ve okura hitap şekli olan üslûp, yazarın niyetinin anlaşılmasında büyük rol oynar. Bu yüzden üslûpta yapılacak ani değişiklikler veya birbirinden çok farklı üslûplar kullanmak da okurun idrakini azaltır.

Eğer yazarın aktarmak istediği fikir, genel hatlarıyla okuyucunun zihninde mevcutsa, iletişim rahat olur. Öte yandan, bahsedilen dala yabancı olan okurun muhakemesi oldukça sınırlıdır. Bunun için, okurun mevcut bilgi seviyesini tahmin edip bu seviyeden başlayarak, anlatılan her yeni düşünceyi bir öncesi üzerine bina etmek gerekmektedir.

Bir okuyucu, karşılaştığı bir cümlenin manâsıyla hafızasındaki bilgiler arasında bir irtibat kurduğu an, o cümleyi anladığını hissedip onu kısa vadeli hafızasına yerleştirir. Ardından bir sonraki cümleyle arasında bir ilişki kurmaya çalışır. Eğer ilişki idrak edilmez veya bir cümledeki kelime yığınlarından mânâya nüfuz edilemezse, kısa vadeli hafıza aşırı yüklendiği için idrak durur, dolayısıyla yazarla okur arasındaki iletişim kopar.

Eğer okuyucuyla iletişim kurulmazsa, kopuk zincir gibi insicamdan mahrum bir yazının doğurduğu muğlaklık yüzünden okuyucu, mânâ ve mesajdan ziyade, kelime yığınlarından oluşan metne takılır. Diğer yandan, âdeta kelimelerin değil, mânâların görüldüğü, ruh inceliğinin aksettiği fikirlerle dopdolu bir metni okuyan insan, kendini mânâ ve mesaj ile hem-dem bir halde buluverir.

Cümleler arasındaki irtibat gibi, paragraflar arasında da o kadar sağlam bir irtibat kurulmalıdır ki, okur bu ilişkiyi bulmak için okumasına ara vermemelidir. Bu ilişki “ve”, “fakat”, “böylece”, “aksine”, “öte yandan” gibi bağlaçlar kullanmak, bazı atıflar, yerinde tekrarlar ve özetlemeler yapmakla sağlanabilir.


Şimdi, telifte dikkat edilmesi gereken diğer bazı hususlardan bahsedelim:

1)Giriş
paragrafı merak uyandırmak,gelişme paragraflarında genellemeler yapılıp bunlara çarpıcı misâller verilmelidir. Sonuç paragrafı, bitiş hissini vermeli, yani bir konu hakkında tatmin olacağı bir açıklamanın yapıldığı, okuyucuya hissettirilmelidir.
2)Birkaç
mânâya gelen müphem ve“olmak, yapmak” gibi harcıâlem kelimeler yerine, hisleri uyandıracak canlı kelimeler, dikkati toplayan yerinde soru cümleleri ve hitaplar, benzetme ve mecazlar kullan-mak,yazıyı akıcı ve tesirli hale getirecektir.
3)Hünerle kullanılmış, benzetmelere dayalı bir tarif, bir kelimeyi veya mefhumu aydınlatmakla kalmaz, geniş bir görüş açısı da temin eder.
4)Bir fikri vurgulamanın en kolay ve en etkili yollarından biri, uzun cümlelerden sonra kısa bir cümle kullanmaktır. Bıkkınlık vermemek için uzun ve kısa cümlelerin“harmanına”da dikkat etmek gerekir.
5)Okuyucuyu sürüklemek için, temel fikrin, cümlelerin sonlarına doğru odaklaşmasına dikkat edilmeli, sıralanacak bir takım fikirleri tesirli kılmak için az önemliden çok önemliye doğru gelişen bir sıra takip edilmelidir.
6)Neyi kasdetmediğimizi söylemek, okurun neyi kasdettiğimizi merak edip düşünmesini sağlar.
7)İktibasların kontekst dahilinde insicamlı olmasına ihtimam gösterilmelidir. Yani başka bir eserden alınan parçalar, sözün gelişine uygun,akıcılığı bozmayacak şekilde yerleştirilmelidir.
8) Notaları duyar, müziği dinleriz, boya pigmentlerine gözümüz ilişir, resmi görürüz; kelimelere bakar, mânâyı buluruz. Tıpkı bunlar gibi, nasıl harfleri görmeden okuyorsak, kelimeleri ve kağıdı hissetmeden yazmaya alışmalıyız. Kalemin ele dokunduğu yer değil, kâğıda dokunduğu yer önemlidir.
9)Aktarılan fikirler bilgiye dayanır. Okurun yapacağı yorumlar, inançları üzerine kurulu muhakemelerdir.
10)Yazar, kendisini değil, okuru ikna etmeye çalıştığını unutmamalıdır.
11)Konuşma dilinde ses tonu, vurgu, jest ve mimikler mânâyı takviye eder. Yazıda bunlar olmadığı için, ifadeyi sürükleyici,üslûbu tesirli kılmak yazara düşmektedir.
12)Yazıdaki her bir cümlenin, mevzûyla ve diğer cümlelerle bir irtibatı olması gerektiği unutulmamalıdır.
13)Okur, yazıyı takip edebiliyorsa, açıklık; fikirler birbirine bağlanmışsa,insicam; düşünceler silsilesi sağlam ise,mantıkî tutarlılıktan söz edilebilir.
14)Eğer mevzu hakkında okurun bilgi birikimi, yazarınkinden daha fazlaysa,metin, okura yazardan daha fazla şey ifade edebilir(!).
15)Tercümede olduğu gibi telifte de, ihtisas sahibi birinden, yazının editörlüğünü yapmasını rica etmek unutulmamalıdır.

Yazı sonunda cevaplanması gereken bazı sorular da şöyledir:

1)Bu sahada ihtisas sahibi olmayan birisi, acaba bu yazılanları anlayabilir mi?
2)Yanlış anlaşılabilecek ifadeler var mı?
3)Yazı fazla mı uzun? Fazla mı kısa?
4)Bilgiler doğru mu?
5)Yorum ve değerlendirmeler sıhhatli mi?
6)Fazla bilgi var mı? Eksik bilgi var mı?
7)Mühim fikirler üzerinde kâfi derecede duruldu mu?
8)Yazıda canlılık sağlanmış mı? Umumi kaideler ve mücerred ifadeler müşahhas misâllerle destekleniyor mu? Anlaşılmayı kolaylaştıracak misâl, vak’a nakil, anekdot, mukayese ve tezat gibi unsurlar kafi mi?
9)İstatistik, belge, grafik, şema, resim gibi yardımcı unsurlar var mı? Kâfi mi?
10)Fazla cümleler, fazla kelimeler var mı?
11)Anlaşılmayacak ifadeler, fazla teknik tabirler, uydurma kelimeler var mı?
12)İmlâ ve noktalama sıhhatli mi?(1)

Bütün bu hususlardan sonra, bir kısım unsurlarını zikrettiğimiz "fesahat" ve "belagat" üzerinde de durmak yerinde olur.

"Kelimede fesahat, telaffuzu zorlaştıracak harflerin bulunmamasıyla mümkündür. Herkes tarafından bilinmeyen, vezne uydurulmak gayesiyle bozulmuş ve birkaç mânâsı olup da meşhur olmayan mânâsıyla kullanılmış kelimelerde fesahat bulunmaz. Kısacası fesahat kelimlerde ve kelimelerden müteşekkil "kelâm" da mânâ, âhenk ve söyleyiş bakımından herhangi bir kusurun bulunmamasıdır.

Sözün beliğ olabilmesi için "fasih" olması şarttır, fakat fasih bir sözün aynı zamanda beliğ olabilmesi, yerine göre söylenmiş olmasına bağlıdır(2). Ancak, sadece yerine göre söylemek, yani makam da yeterli değildir. Kimin, ne için, kime söylediği de kelâmın ulviyet, kuvvet ve güzelliğini artıran unsurlardır.

"Belâgatlı kelâm, ilim denilen çömleklerde pişirilen, hikmet adlı büyük küplerde duran, anlayış süzgeci ile bir mânâ ifade eder ki, onu, zarifler denilen sâkiler sunup, fikirler içtikten sonra, sırlarda dolaşarak hisleri harekete getirir. İşte insanlara takdim edilecek belâgatlı kelam ve ifade sanatında doruğa çıkmış yüksek söz budur"

DİPNOTLAR
1) Şimşek, Ü. Arş. Teknikleri, İst.1985, s.109-10.2 (Ayvazoğlu, B.İs. Estetiği ve insan, İst. 1989, s.135.3) Senih, S. Kur'ân'da Edebi Veche, s.79, İzmir 1989

 


Fizyonomi (İlmi Kıyafet)

Fizyonomi (İlmi Kıyafet)

Fizyonomi; bir diğer ifadeyle ilm-i kıyafet veya Arapların kullandığı ifadeyle ilm-i firaset, insanın iç âlemi ile dış görünümü arasındaki münasebeti inceleyen bilim dalıdır. Alman filozof Kant; onu "iç âlemi gözlemleyen bilim dalı" olarak tanımlar. Fizyonomi, vücudun tezahüründen -özellikle yüz hatlarından - yola çıkarak insanın özünün yorumlanması şeklinde tarif edilir. Fizyonominin temelinde; ekran veya monitörün kaydedilen bir görüntüyü yansıtması gibi, vücut ve yüzümüzün de ruhî halimizi yansıtmakta olduğu anlayışı yatmaktadır. Kim bu monitördeki işaretleri doğru okuyabilirse, o kişinin özelliklerinden haberdâr olabilir. Yani kişinin kabiliyetlerinden tutun, ahlâkî yapısı ve hattâ daha da ileri giderek alın yazısına kadar bazı ipuçları yakalanabilir.

İlm-i kıyafet kavramından yola çıkarak şöyle de düşünülebilir: Nasıl ki herhangi bir şeyi örten şeyler kıyafettir. Benzer şekilde insanoğlunun ruhuna, Rabb'i tarafından giydirilen beden de bir nevi kıyafettir. O halde bu kıyafette; ruhuna, mizacına ve kişiliğine ait tecelliler saklıdır ve araştırılmalıdır.

Fizyonomi sadece insanlarla değil, hayvanlar, bitkiler ve tabiatla da ilgilenmektedir. Meselâ Rönesans devri hekimlerinden Paracelsus, bitkinin dış görünümünü müşahede ederek, şifalı olup olmadığını ortaya koyuyordu.
Sağlıklı bir iletişim kurabilmek için muhatapla yüz yüze gelmek son derece önem arz etmektedir. Bu sebeple herkesin bir derece fizyonomiyi dikkate aldığı ve uyguladığı söylenebilir.

Fizyonomi ne zaman bilim dalı hâline gelmiştir?
Yazılı eski belgelere göre, Babil'de tikleri araştıran ve bunları yorumlayan sokak yorumcularından bahsedilir. Hattâ bunların rüya tabir edenlere göre hem ucuz olması, hem de uzun uzun tabirlere ihtiyaç bırakmaması sebebiyle, daha çok rağbet gördükleri rivayet edilir.
Kimileri bilgileriyle yüzü yorumlayıp para kazanırken, Aristo ve öğrencileri gibi kimi zeki insanlar da, insan ve hayvanların yüz özelliklerini analiz ediyorlardı. Böylece günümüze dek geçerliliğini koruyan fizyonominin temel prensipleri şekillenmeye başlar. Buna göre alın kısmı, zihnî potansiyele; göz ile ağız arası kısım mizacına; çenenin şekli ve büyüklüğü canlılığa ve fizikî gücüne işaret eder denmiştir. Bu konuda eğitim görmüş kişiler, bu suretle insanın sağlık durumunu tespit edebilir. Birçok hekim hastalığın belirtilerini yakalamak üzere bu metoda başvurur.

İşlenen günahlar ruhumuzda kirlilik meydana getirir. Sağlık durumu ve hissiyatımız yüzümüze yansır. İyi bir bakım ile güzelliğe kavuşuruz: İç huzur, doğru beslenme, yeterli uyku, temiz çevre, ibadet ve iyi niyetli olma güzellik vesileleridir.
18. yüzyıl sonlarına doğru Avrupa'da elit kesim arasında bir fizyonomi furyası başlar. Birçok sarayda, entelektüel çevrede yüz yorumu bir hobi haline gelir. Zürihli din adamı Johann Caspar Lavater gözü kapalıyken 100.000 burun arasından, kralın burnunu tanıyabilme iddiasında bulunabilecek kadar ileri gitmiştir. (Ancak bunu hiç denememiştir.) Onun 20.000'in üzerinde meşhur kişinin yüz yorumuna ait bilgiler ihtiva eden kitabı, en çok satan kitaplar arasındadır. Ne var ki Lavater, fizyonominin ne kadar sınırlı olduğunun farkındaydı. Olumlu yönü ise, Lavater'in kitabı birçok yazar, filozof, karikatürist, ressam, hekim ve mimara ilham kaynağı olmuştur. Lavater her insanda Allah'ın (cc) isimlerinden birinin daha çok tecelli ettiğini görmüştür. Ne var ki bu görüş zamanla yerini, kin, korku ve ırkçılığa bırakmıştır.
Doğu'da, özellikle İslâm ülkelerinde bu bilim dalı zamanla yaygınlaşmıştır. İlk eser İmam-ı Şafii Hazretlerinindir. Fakat bu eser günümüze ulaşabilmiş değildir. Daha sonra Kindi'nin "Risale fi'l-Firase"si, Yuhanna İbnü'l Bıtrık'ı (10. yy) Aristoteles'ten çevirdiği "Kitabü's-Siyase fi Tedbiri'r Riyase" ve Ebubekir Razi'nin "Kitabü'l-Mansuri"si bu mevzudaki ilk eserlerden sayılır. İbn-i Sina'nın da bu konuda bir eseri olduğu bilinmektedir. Fahreddin Râzî (ö.1209) tarafından yazılan "Kitabü'l Firase" o zamana kadar yazılan en büyük eser olarak kabul edilmiştir. Arapça olarak yazılan "kıyafetnâme"lerin son örneğini Talib Ensari Dımışki "Kitabü'l-Adab ve's-Siyase fi İlmi'n nazari ve'l Firase" adlı eseriyle vermiştir. Kıyafet ile alâkalı eser verenler arasında Kuşeyri (Etvârü Selattini'l Müslimin) ve Muhiddin-i Arabî Hazretleri (Tedbiratü'l-İlahiye) de yer alır.

Kıyafetnâme olarak bilinen bu eserlerin Farsça yazılmış ilki Kâşâni'ye (ö.1392) aittir. Ne yazık ki bu da günümüze ulaşabilmiş değildir. Daha sonra Derviş Abdurrahman Mirek'in "Tuhfetü'l-Fakîr"i gelir.

Eskilerin en gözde eş, ortak, arkadaş ve işçi seçme aracı olan kıyafet ilmi, Osmanlı zamanında da bu tür metinlerin hazırlanmasını sağlamıştır. Özellikle, saraya adam alınırken ve işçi seçerken bu bilim dalından azamî şekilde faydalanılmıştır. Türkçe kıyafetnâmelerin ilk örneği Hamdullah Hamdi'nin "Kıyafetnâme" adlı eseridir. Bu eserde renk, boy, yanak, saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter tahlilleri yapılmıştır. Türkçe kıyafetnâmelerin diğerleri ise "Firasetnâme" ile Uzun Firdevsi, İlyas bin İsa-yı Saruhanî (ö.1559-60), Abdülmecid ibn Şeyh Nasuh (ö.1565), Mustafa bin Evranos (16.yy) ve Balizade Mustafa sayılabilir.
Türkçe kıyafetnâmelerin en son örneği Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin "Marifetnâme" (1835) adlı eseri bir bölümüdür.

19. yüzyılın başlarında Alman beyin uzmanı Franz Josef Gall'in çalışmaları kayda değer. Gall, beynin farklı bölgelerinin, kişinin kabiliyet ve davranışlarına tesir ettiğini ifade etmiş ve böylece nörofizyolojinin kurucuları arasına girmiştir. Kısaca özetlemek gerekirse: Kafatasının şekli, kişinin kabiliyet ve zaaflarına işaret eder. Birçok uzmana göre bu durum bir saçmalıktır, bazılarına göre ise, esaslı bir tespittir. Daha sonraları bu görüşlerin istismar edilip ırkçılığın zeminini oluşturması büyük bir talihsizliktir.

Gall, idam edilen suçluların kafataslarını inceleyerek, kriminal bir yatkınlığın göstergesi olabilecek işaret ve özellik aramıştır. 1876 yılında bu ifrat düşünce en üst noktaya ulaşmıştı: İtalyan askerî hekim Cesare Lombroso "Kriminal İnsan" başlıklı kitabıyla dünyaya vehmin nasıl bilim suretine bürünebileceğini gösteriyordu. Lombroso'a göre meselâ zanlı kişiler, belirgin büyüklükte veya küçüklükte kafa tasına, kepçe kulağa, kaşların üzerinde şişkinliğe sahip olup çılgın veya bulanık bakışlıdır. Eleştirmenler bu öğretiyi "idamlık fizyonomi" diye tenkit ederek masum insanları suçlu gibi damgaladığını belirtir. ABD'de kişilerin sosyal çevresi ile kriminallik arasındaki münasebetler araştırılırken, Avrupa'da ise, kişinin doğuştan vücudunda kriminal bir mizaç veya yapının olup olmadığı tespite çalışılmıştır. Bugün dahi çirkin görünümlü insanların kötü olduğu düşüncesi bu dönemin kalıntılarıdır. Bu idamlık fizyonomi öğretisi Almanya'da 1920'li yıllarda ifrat seviyesine ulaşır: 1929 yılında işlenen bir dizi cinayet Düsseldorf’luları dehşet ve korku içinde bırakır. Polis muhtemel fâili takdim ettiğinde, kimsenin bundan şüphesi yoktur: 21 yaşındaki zekâ özürlü Hans Stausberg suçlu imajına uymaktadır. Ancak bir cinayet daha işlendiğinde, "Düsseldorf'un gerçek vampiri" bulunur. Adı Peter Kürten'dir. Yüzü iyi niyetli, zararsız, şüphe uyandırmayan bir tiptir. Bu bir şoktur. Hemen hemen herkes, onu görme fırsatını bulur. Kürten'in fotoğrafı bütün gazetelerde yayımlanır. Artık görüntülü haberleşme devri çoktan başlamıştır. Hattâ fizyonomi öğretisinin bizzat kendisi dahi fotoğraf sayesinde, daha sonra filmle de büyük çıkış yakalayacaktır. Fotoğrafçılar, sanatçılar ve filozoflar, fizyonomik sorularla ilgilenirler. Tipik Alman nasıldır? Tipik işçi yüzünün ana hatları nelerdir? Ne var ki bu sahadan ırkçılık hezeyanına sadece bir adım vardır. Buna karşı Hitler'in kendi yüzü ise, birçok fizyonomi uzmanı için problem teşkil eder. Çünkü Otto Malig gibi uzmanlar, Führer'in yüzünde plânsızlık, gurur ve çılgınlığa meyil keşfederler ve bu düşüncelerinden dolayı hapse düşerler. Bazıları ise kasten bu hatları görmezden gelerek, dikkati Hitler'in mavi gözlerine ve ellerinin güzelliğine çeker.

21. yüzyılda, psikoloji, nöroloji, tıp ve sanat gibi çeşitli disiplinlerde fizyonomi konuları tekrar ele alınmakta; "nonverbal iletişim", yani sadece mimik ve vücut diliyle gerçekleşen iletişim üzerine yapılan araştırmalar revaç görmektedir. Bu çabalar, insan görünümlü robotların geliştirilmesinde önem arz etmektedir.

Portre ressamı Carl Huter'in izindeki Huter dernekleri ve diğer fizyonomi uzmanlarının ırkçı teori veya kriminal-antropolojiden uzaklaşmalarına rağmen, şu temel soru mevcudiyetini korumaktadır: Fizyonomi yakıştırmaları ne derece gerçektir? Birçok dile de yansıdığı gibi, dar kafalılar, kalın kafalılar, nurlu yüzler vs var mıdır? Bu konuda çeşitli fikirler öne sürülmektedir. Meselâ Duisburglu Psikolog Prof. Siegfried Frey, fizyonomi yorumlarını, yorumcunun ön yargıları ve ruh haletine bağlarken, diğer uzmanlar tam zıddı görüşe sahiptirler. Meselâ Harvard psikologlarından Nalini Ambady ve Robert Rosenthal, tanımadıkları yüzü doğru yorumladıklarından sık sık bahsederler. Özellikle bir kişinin hoşsohbet mi, yoksa içine kapanık mı olduğunda tam isabet kaydetmişler. Bir öğretmenin pedagojik kabiliyetini, sadece fotoğrafa bakarak tahmin etmede de başarı notu iyidir. Yapılan tahminler, ilgili öğretmenin öğrencilerinin ifadeleriyle karşılaştırıldığında, üçte ikiyi aşan nispette bir uyuşma olduğu görülmüştür.
Dünya çapında ünlü uzman Dr. Claudia Schmölder fizyonomi kavramının yerine "biyo-psikoloji"yi koymayı teklif eder ve şunu ekler: burada birçok gerçek ve büyük bir tecrübe hazinesi yatmaktadır. Ne var ki bir insanı tanımak için, ona sadece bakmak değil, aynı zamanda onunla -psikolojinin yaptığı gibi- görüşmek lâzımdır.
Fizyonominin hem taraftarları, hem de şiddetli eleştirmenleri bulunmasının temelinde şu yatmaktadır: Hiçbir zaman çözüme kavuşmayan alınyazısı ve ferdî hürriyete dair meselelere dokunulmaktadır. Diğer bir ifade ile hayat sahnesinde kaderin tayin ettiği bir role mahkum muyuz, yoksa cüz'î irademizle bir rol seçebilir miyiz? Verasetin ve çevrenin insan karakteri veya mizacı üzerine tesiri nedir?

İmam Şafiî Hazretleri bu konuya dair şöyle bir hatırasını anlatır:
"İlm-i firaset (sezgi ve anlayış bilgisi) ile ilgili kitaplar aramak için Yemen'e gittim. Konuyla ilgili kitapları aldıktan sonra geri dönerken konaklamak için, yolda evinin avlusunda duran bir adama uğradım. Adam gök gözlü ve çıkık alınlı biriydi. Bu suret, firaset ve kıyafet ilmine göre olumsuz sîretin habercisiydi. Beni evine misafir etti. Bir de gördüm ki, pek cömert bir adam! Bana akşam yemeği ve güzel koku, hayvanıma yulaf, ayrıca yatak ve yorgan gönderdi. Bunları görünce kendi kendime dedim ki: İlm-i firaset, bu adamın oldukça düşük bir şahsiyete sahip olduğunu gösteriyor. Ben ise ondan hayır ve iyilikten başka bir şey görmüyorum. Demek ki bu ilim boş ve gerçek dışıymış!

Sabah olunca yanımdaki hizmetçi çocuğa hayvanı eyerlemesini söyledim. Hayvana binip çıkacağım sırada adama dedim ki:
- Mekke'ye geldiğin zaman, Muhammed b. İdris'in (Şafiî) evini soruver. Adam dedi:
- Peki, dün gece sana yaptığım hizmetin karşılığı nerede?
- Neymiş o?
- Sana iki dirheme yemek aldım; ayrıca aynı fiyatlarla katık, güzel koku, hayvanına yem, sana yatak ve yorgan alıverdim...
Çocuğa dedim ki:
- Oğlum, ona istediğini ver! Başka bir şey kaldı mı?
- Ev kirası nerede? Ben evimi sana genişletip kendime daralttım!

Bu durumu görünce kanaatim güçlendi ki, firaset ilmi gerçekmiş."
Ne var ki bir hususu açmadan geçmemek gerekir. İlm-i firasetle, özellikle şizofrenilerin çehresinden, hasta olduğunu okumada, "Suretin sîretine şahittir; başka şahit aramak zaiddir." sözünün gerçeklik payı olsa da, İslâm’ın, ona inanan insanın tabiatını terbiye ettiğine, tevbenin de kötü âdet ve huylarını ıslâh ettiğine, başta Sahabe-i Kiram olmak üzere İslâm tarihi boyunca canlı örneklerine şahit olunmuştur. Yüzdeki her bir kısmın kendine göre ağırlığı olabilir; fakat kişi terbiye, irade, özellikle bir mürşidin rehberliğinde iyi, güzel olanı bulabilir. Böylece isnad olunan bazı olumsuzluklar, müspet yöne kanalize edilebilir.
Kendini fizyonomiye adamasına rağmen Carl Huter şu ilginç tespitte bulunur ve konuya âdeta nokta koyar: "Hakikate giden yol, manevî aydınlanmadır. En düz, en yüce ve lâhutî olan budur. Bunun dışındaki her şey aklî bilgi, hakikat dediğimiz şeylerin fark edilmesi, bunlar hakkında yanılgıya uğranmasından ibaret olan sisli bir karışımın getirdiği bilgelik okuludur."

Bu mevzuda söylenebilecek önemli bir husus da şudur: Bütün mahlûkâtı bir sanat eseri olarak yaratan ve onda bin bir esmasının tecellisini gösteren, Allah (cc) insanoğlunun sîmâsındaki hiçbir kıvrımı veya çizgiyi boşuna yaratmamıştır. Gerek yüzümüz ve gerekse elimiz aslında birer kitap gibi bizim hakkımızda yüzlerce bilgiyi sergilemektedir. Fakat bunu herkesin kolayca okuması mümkün değildir. Kıyafet ilmindeki belli şartlarla sınırlı olan bilgileri hemen yorumlayıp deşifre etmek kişiyi yanıltabilir ve başkaları hakkında kötü düşüncelerin uyanmasına, haksızlıklara ve fitneye sebep olabilir.

Zira kişinin burnuna veya kulağına bakarak hakkında kötü zanda bulunduğumuz takdirde, dinin, mürşidin ailenin terbiye ediciliğini gözardı etmiş oluruz. Halbuki fizyonomik olarak kötülüğe meyilli görünen o şahıs çok ciddî bir nefis terbiyesinden, bir mürşidin tezgâhından geçmiş ve kötü huylarını tadil edip, çok mükemmel bir insan olmuş olabilir. Yaratılıştan kendinde olan kötü meyelanı, hayra çevirmiş ve büyük mesafeler kat etmiş bir kişinin hakkında sadece yüzüne bakarak mahkum etmek ise, çok büyük bir haksızlık olur.
Yaklaşık 2.400 yıl önce yaşanan şu olay da konuyu aydınlatmaya vesile olacaktır: Zamanın ünlü yüz yorumcusu Atinalı Zopriros, Sokrates için, "Şehvetin kurbanı bir ayyaştır." der. Bunun üzerine Sokrates tebessüm eder ve kendisinden şu hikmetli sözler kaydedilir: "Ben, içgüdülerine düşkün bir ayyaş? Meylim bu olabilir; fakat bunu ben iradem altına aldım." Bu durumda bu ilmi ne yok farz edip, reddetmeli, ne de insanları mahkum edecek kadar abartmalıdır. Kalbî ve ruhî hayatın derinliklerine vâkıf bir mürşidin okuyup yorumlayabileceği sırlı bir kitap olan fizyonomiyi, boş ve faydasız bir ilim gibi de göremeyiz. Bu takdirde Allah’ın yarattıklarının her hâlini, iç ve dış dünyasını bilmeden yarattığı gibi yanlış bir netice çıkar. Halbuki Allah’ın (cc) yüzümüze çizdiği her bir çizgi belli bir mânâyı gizlemektedir. Zira O (cc) abes iş yapmaz.
Gerçekten de "en güzel sûrette yaratılan" insan; salih amellerle ruhunu besleyip, hadîste müjdelendiği üzere, "Allah'ın gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı" şerefine nâil olunca; yine Allah-u Teâlâ'nın el-Alîm, el-Musavvir, el-Cemil, el-Celîl, er-Rahman gibi daha birçok isminin tecelligâhı olan insan çehresinde birçok sırra vakıf olunması muhtemeldir.

Kaynaklar
- Alerni, Fritz. Lehrbuch der Menschenkenntnis. Zürich: Kalos Verlag, 1988.
- P.M. 4/2002.
- www.akademya.org
- www.aksekili.kolayweb.com
- www.bigev.de/Kursbuch/36.html
- www.semerkand.com
- M. Fethullah Gülen, Kırık Testi, 430, 2002.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

mesneviden seçmeler

من چه گویم

13122013
Resim1
Ey ihsânının en az derecesi dünya hükümdarlığı olan Maliku’l-Mülk.
Sen kalpte muzmir olanı bildiğin halde ben ne söyleyeyim ve nasıl dua edeyim?
Resim2
Sırrını ve muzmirini bilirsem de sen yine onu meydana koy, yani alenen dua et buyurmuş olduğun için sana ilticâ ve husûl-i matlûbu senden istid’â ediyorum.*
*Münâcât-ı Hazreti Mevlânâ Tercümesi / Tahiru’l-Mevlevî

  


سر پنهان-Gizli Sır

14062013
487737_10151006414538769_299652347_n

  


خوش آمدی یا شهر صیام

20072012

آمد شھر صیام سنجق سلطان رسید

 دست بدار از طعام مایده جان رسید

Ramazan geldi; aşk ve iman padişahının sancağı erişti
Artık maddî yiyeceklerden elini çek, çünkü göklerden manevî rızık ve can sofrası geldi.
Fotoğraf: Ayşegül ERGÜN

  


آفرین بر غم باد-Gam’a Âferîn

5072012

  


عشق-Aşk

26062012

ای آنک شنیدی سخن عشق ببین عشق

کو حالت بشنیده و کو حالت دیده

Hat: Emre Özdemir 

 

بنده شدم -Kul Oldum

3092009

من بنده شدم بنده شدم بنده شدم

من بنده بخجلت بسر افکنده شدم

هر بنده شود شاد که آزاد شود

من شاد ازانمکه ترا بنده شدم

 
Men bende şüdem bende şüdem bende şüdem
Men bende behaclet beser üfkende şüdem
Her bende şeved şâd ki âzâd şeved
Men şâd ezânem ki turâ bende şüdem
 
Allahım; ben kul oldum, kul oldum, kul oldum,
Kulluktaki vazifemi yapamadığımdan utanarak başımı eğdim.
Her kul, kapısından azâd olduğunda sevinir,
Bense ne zaman sana tam kul olursam o vakit şâd olurum. 

  


نعمت و شکر -Nimet ve Şükür

3092009

نعمت آرد غفلت و شکر انتباه

صید نعمت کن بدام شکر شاه

Nimet insana gaflet verir, şükür ise uyanıklık getirir.
Allah Tealâ’nın nimetini şükür tuzağı ile avla.

  


پريشان قلب-Perişân Kalp

3062008

حياتي ده باين پريشان قلب را

استقامت ده باين مشوش عقل را


Perîşan kalbime hayat, karışmış aklıma istikâmet ver…

  


از محبت

3062008

از محبت خارها گل مي شود

از محبت سركه مل مي شود

 

از محبت تلخها شیرین شود

از محبت مسها زرین شود

Acılar muhabbetten tatlılaşır,
Bakırlar muhabbetten altınlaşır.

از محبت دردها صافی شود

از محبت دردها شافی شود

Tortular muhabbetten safileşir,
Dertler muhabbetten derman olur.

این محبت هم نتیجۀ دانشست

کی کذافه بر چنین تختی نشست

Allah’a karşı bu muhabbet ilim neticesidir,
Cahil biri böyle bir taht üzerine nasıl oturur? 


http://lisanifarisi.net/category/mesneviden-beyitler-4/

19 Ağustos 2014 Salı

sightseeing around town


Sightseeing Around Town

 

Level:
Topic:
Type:
Speakers:
Length:
easy
travel
conversation
man and woman
02:05

 

Pre-Listening Exercises

1. Imagine that you are visiting a new city for the first time as a tourist. What things would you like to do? What places would you visit? What would you buy?

 

Key Vocabulary

  • recommends (verb): to suggest something would be good or suitable for a particular purpose or to suggest some action
    - I recommend you visit the the palace during your visit.
  • blocks (noun): the distance and area between roads or streets
    - Walk down this road three blocks, and you'll see the science museum on the righthand side of the street.
  • to tell (you) the truth (phrase): to be honest
    - To tell you the truth, I'm a little afraid to try new foods.
  • pick up (verb): obtain or get
    - I picked up this doll during my last trip to China.
  • souvenir (verb): something you give or receive to help you remember a visit to another place
    - My children expect souvenirs when I return from a trip overseas.

 

Listening Script

 


Man: So, what do you want to do tomorrow?
Woman: Well, let's look at this city guide here. [Okay] Uh, here's something interesting. [Oh!]Why don't we first visit the art museum in the morning?
Man: Okay. I like that idea. And where do you want to eat lunch?
Woman: How about going to an Indian restaurant? [Humm] The guide recommends one downtown a few blocks from the museum.
Man: Now that sounds great. After that, what do you think about visiting the zoo? [Oh . . umm . . well . . . ] Well, it says here that there are some very unique animals not found anywhere else.
Woman: Well, to tell the truth, I'm not really interested in going there. [Really?]. Yeah. Why don't we go shopping instead? There are supposed to be some really nice places to pick up souvenirs.
Man: Nah, I don't think that's a good idea. We only have few travelers checks left, and I only have fifty dollars left in cash.
Woman: No problem. We can use YOUR credit card to pay for MY new clothes.
Man: Oh, no. I remember the last time you used MY credit card for YOUR purchases.
Woman: Oh well. Let's take the subway down to the seashore and walk along the beach.
Man: Now that sounds like a wonderful plan.

 

 

 

Post-Listening Exercises

1. Create a dialogue on scheduling with a partner using five or more of the expressions from this quiz. Then practice the conversation in a small group.


 

Sightseeing in Town: Text Completion

 


Man: So, what do you want to do tomorrow?
Woman: Well, let's (1) at this city guide here. [Okay] Uh, here's something interesting. [Oh!]Why don't we first visit the art museum in the morning?
Man: Okay. I like that idea. And where do you want to eat (2)?
Woman: How about going to an Indian restaurant? [Humm] The guide recommends one (3) a few blocks from the museum.
Man: Now that sounds great. After that, what do you think about visiting the zoo? [Oh . . umm . . well . . . ] Well, it says here that there are some very (4) animals not found anywhere else.
Woman: Well, to tell the (5), I'm not really interested in going there. [Really?]. Yeah. Why don't we go (6) instead? There are supposed to be some really nice places to pick up (7).
Man: Nah, I don't think that's a good idea. We only have a few travelers checks left, and I only have fifty dollars left in cash.
Woman: No problem. We can use YOUR credit card to pay for MY new (8).
Man: Oh, no. I remember the last time you used MY credit card for YOUR purchases.
Woman: Oh well. Let's take the subway down to the (9) and walk along the beach.
Man: Now that sounds like a (10) plan.




Listening Exercises

1. Listen to the conversation and answer the questions.

 


1. Where are they planning to go in the morning?
A. to a park
B. to an art museum
C. to a shopping center

2. What kind of restaurant to they want to visit for lunch?
A. Italian
B. Indonesian
C. Indian

3. Why does the man want to visit the zoo in the afternoon?
A. The zoo will be closed the rest of the week.
B. The zoo is free to visitors that day only.
C. There are unusual animals on display.

4. Why does the woman want to go shopping instead?
A. She wants to buy momentos of their visit.
B. She saw some great prices at a shopping center.
C. She wants to buy a gift for her friend.

5. How do they plan to get to the seashore at the end of the conversation?
A. by taxi
B. by bus
C. by subway



 

Popular Posts